doğmamış bebeğe mektuplar
2 posters
Felatun :: eĞLenCe :: Serbest+Platform
1 sayfadaki 1 sayfası
doğmamış bebeğe mektuplar
Ey en değerli varlığım,
Sana her zaman yazamıyorum. Genelde herkesin uykuya vardığı bir ortamda, seninle, senin adına bu mektupları yazıyorum. Büyüdüğünde zevkle okuyacağını görür gibi oluyorum. Bundan annenin bile haberi yok…
‘Hacı Mustafa’ hikayesinin nerden çıktığını, nasıl geliştiğini anlatacaktım. yıl 1994’ün ağustosuydu. O zamanlar deniz kenarında, denize karşı bir kasabada oturuyorduk. Huzurlu ve güzel bir beldeydi. Akdeniz’in Tuzlu suları, bir halı misali eteklerinde salınır dururdu. Güneşin batışını seyre doyum olmazdı. İlk zamanlar, henüz kendi adımıza bir evimiz bile yoktu. Bahçesi Limon, portakal, nar ve incir ağaçlarıyla dolu bir evin alt katında oturuyorduk. Evin yetişkin kızı, haber bile vermeden avluyu kendi süpürdü. Annesi annemiz, babası babamız gibiydi. Bizi de, kendi gelin ve oğlu gibi severlerdi. Bahçedeki limondan, portakaldan, incir ve üzümden vermeyi asla ihmal etmezlerdi. Hatta her şey serbest edilmesine rağmen; onlardan izinsiz asla almazdık. Evin önünde begonyalar durmadan renk renk çiçekler açardı. Sıcağın bedava dağıtıldığı, insanların gölgede bile terlediği bir günde, bir kızımız olmuştu. Sakinler sokağımızda bebeği olan ev de yoktu. kadın olup da bebek sevmeyen olur mu bilmem. Kızımızı Mahalleli sevmek için paylaşamıyordu. Adını da mahalleli hanımlar koymuştu. Adı ‘Merve’ olsun demişlerdi. Ve bizde kimseye danışmaya bile lüzum görmeden adını nüfusa ‘Merve’ olarak yazdırmıştık.
Lisedeyken sağ sol ayrımların zirve yaptığı, kurşunların cana doymadıkları o kara günlerde, kader birliği ettiğim ve yıllardır unutmayıp görüştüğüm bir dostum vardı. Babası Kadir amca, alim bir zattı. Asil bir Aileden geliyorlardı. Arada unutulmayacak dostluğumuz, kader birliğimiz, tuzumuz ve ekmeğimiz vardı. Devletini ve görevini seven, aldığı ücretin hakkını fazlasıyla veren, iyi bir memurdu. Ailece gider gelirdik. Bir Gün çarşıdaki büroma uğramış sohbet ediyorduk.
“Senden şikayetim var, arayıp sormaz oldun. Vaktini üçe böl, birini işine, diğerini eş ve dostuna, kalan üçte birini de yeme, içime, ibadet ve uykuna ayırmalısın” diyordu.
“Bir kız bebeğimiz oldu. Adını Merve koyduk” deyine.
“Bundan sonra, bir oğlunuz olacak. Onun adını da ‘Safa’ koymalısın” diye inancı yönünden sıkı sıkı tembih ediyordu.
“Oldu da koymadık mı? Söz. Olursa koyacağım” demiştim. Merve kızdan iki tam yıl sonra beklenmedik bir şekilde, bir oğlumuz oldu. Hiç hesapta yoktu. Henüz bir şey düşünmüyorduk bile... Dostuma verdiğim sözü unutmamıştım. Sağa sola sormadan doğru nüfusa gitmiş, adın da ‘Safa’ yazdırmıştım. Eteklerinde üzüm bağları, tepelerinden çam ağaçları, derelerinde bol çınar ağaçlarının olduğu köye dönerken; Haci dedenlere uğradım. Hal ve hatırdan sonra:
“Bir oğlumuz baba” dediğimde… Nereden, nasıl buldu bilmiyorum ama :
“Adını Mustafa koyun” dedi.
“Baba danışmadığım için özür dilerim ama adını ‘Safa’ koyduk. İsterseniz siz yine de Mustafa diye söyleyin” dedim ve iki yıl önceki olan hadiseyi ve verdiğim vaadi anlattım. Anlayışla karşıladı. O, bu yaşına kadar, yetim olarak büyümüş biriydi. Ümmiydi yani okuması ve yazması yoktu ama hayat üniversitesini başarıyla bitirmişti. Bizleri severdi ama onun yetiştiği ortamlardan dolayı olsa gerek ‘sizi seviyorum’ diyemezdi. Ama biz onun bizi sevdiğini gayet iyi anlardık. Onu her ziyarete vardığımızda, onu hep ‘Mustafa’ diye sevdi. Onun bir ‘Mustafa’ adlı torun sevmeye ömrü yetmedi.
Hacı deden 4 Temmuz 2002’de, 78 yaşında ani bir beyin kanamasından vefat etti. Senin adını vaad etmedim ama dedenin ‘Mustafa sevgisini’ bir anı olarak yaşatmak, diğer hoca dedenin de ‘gönlünü almak’ için eğer; erkek olarak doğarsan adını ‘Hacı Mustafa’ olarak koyacağım. Hacı deden, altı yüz yıl önce dedelerinin kurduğu ve yine dedesinin köyün girişinde, yaklaşık yeri yirmi dönüm kadar bağışladığı mezarlıkta, çam ağaçlarının gölgesinde huzur içinde yatıyor.
Diğer deden bu günlerde Kıbrıs’a gittiğinden; Anne annen de yalnızlıktan hoşlanmadığından on Günden beri bizdeydi. Bu Pazar dönmeye karar verince otogardan biletini alarak onu evlerine yollamıştım.
Birkaç günden beri o hummalı çalışmanız yüzünden anneni midesi alt üst oldu. Ne o ne de ben bilmiyorduk. yemekten diyorduk. Akşam teyzenlerle birlikte misafirlikteydik. İki yıl önce, uzun bir mücadeleden sonra, Ameliyat Masasından nerdeyse Azrail’in elinden zorla aldığımız, bu gün ele avuca sığmayan kuzenin Tuğçe, iki yaşını doldurmuş, üçüncü yılından gün almıştı. Onun sevgisiyle avunuyorduk. Annenin arzu ettiği birkaç şey alarak, ikram ettim ama yine de düzelmedi. O arda:
“Adetim gecikti” deyince şüphemiz arttı.
“İstersen bir tahlil yaptır” dediğimde, o da
“Olur” demişti.
Akşam sordum “Netice nedir?” dediğimde, Önce:
“Sormayacaksın sanmıştım. Hamileymişim,” diyordu, içinde sitem dolu bir nazla. Yüzünde sanki sevinçle, hüzün bir aradaydı. Annen bu yaz otuz ikisine gireli üç dört ay olmuştu. O gün ayrı bir sevinmiştik.
“Bir mendil bile yok” diyordu.
“Olsun. Sil baştan alırız. Her zaman, her şeyle yanındayım” sözüme rahatlıyordu.
“Ama, kimseye söyleme” dedi ve bu Güne kadar ben kimseye söylemedim. Annen ise komşularının sıkıştırmalarına dayanamayarak:
“Rahatlayın, istediğiniz oldu,” deyince, şamataları ortalığı kaplamış olduğunu da bana aktarmadan da duramıyordu. Altı aydan fazla olmuş, yağmur yağmıyordu. İki günden beri, nisan yağmurunu andırır bir yağmur yağıyordu.
Sana her zaman yazamıyorum. Genelde herkesin uykuya vardığı bir ortamda, seninle, senin adına bu mektupları yazıyorum. Büyüdüğünde zevkle okuyacağını görür gibi oluyorum. Bundan annenin bile haberi yok…
‘Hacı Mustafa’ hikayesinin nerden çıktığını, nasıl geliştiğini anlatacaktım. yıl 1994’ün ağustosuydu. O zamanlar deniz kenarında, denize karşı bir kasabada oturuyorduk. Huzurlu ve güzel bir beldeydi. Akdeniz’in Tuzlu suları, bir halı misali eteklerinde salınır dururdu. Güneşin batışını seyre doyum olmazdı. İlk zamanlar, henüz kendi adımıza bir evimiz bile yoktu. Bahçesi Limon, portakal, nar ve incir ağaçlarıyla dolu bir evin alt katında oturuyorduk. Evin yetişkin kızı, haber bile vermeden avluyu kendi süpürdü. Annesi annemiz, babası babamız gibiydi. Bizi de, kendi gelin ve oğlu gibi severlerdi. Bahçedeki limondan, portakaldan, incir ve üzümden vermeyi asla ihmal etmezlerdi. Hatta her şey serbest edilmesine rağmen; onlardan izinsiz asla almazdık. Evin önünde begonyalar durmadan renk renk çiçekler açardı. Sıcağın bedava dağıtıldığı, insanların gölgede bile terlediği bir günde, bir kızımız olmuştu. Sakinler sokağımızda bebeği olan ev de yoktu. kadın olup da bebek sevmeyen olur mu bilmem. Kızımızı Mahalleli sevmek için paylaşamıyordu. Adını da mahalleli hanımlar koymuştu. Adı ‘Merve’ olsun demişlerdi. Ve bizde kimseye danışmaya bile lüzum görmeden adını nüfusa ‘Merve’ olarak yazdırmıştık.
Lisedeyken sağ sol ayrımların zirve yaptığı, kurşunların cana doymadıkları o kara günlerde, kader birliği ettiğim ve yıllardır unutmayıp görüştüğüm bir dostum vardı. Babası Kadir amca, alim bir zattı. Asil bir Aileden geliyorlardı. Arada unutulmayacak dostluğumuz, kader birliğimiz, tuzumuz ve ekmeğimiz vardı. Devletini ve görevini seven, aldığı ücretin hakkını fazlasıyla veren, iyi bir memurdu. Ailece gider gelirdik. Bir Gün çarşıdaki büroma uğramış sohbet ediyorduk.
“Senden şikayetim var, arayıp sormaz oldun. Vaktini üçe böl, birini işine, diğerini eş ve dostuna, kalan üçte birini de yeme, içime, ibadet ve uykuna ayırmalısın” diyordu.
“Bir kız bebeğimiz oldu. Adını Merve koyduk” deyine.
“Bundan sonra, bir oğlunuz olacak. Onun adını da ‘Safa’ koymalısın” diye inancı yönünden sıkı sıkı tembih ediyordu.
“Oldu da koymadık mı? Söz. Olursa koyacağım” demiştim. Merve kızdan iki tam yıl sonra beklenmedik bir şekilde, bir oğlumuz oldu. Hiç hesapta yoktu. Henüz bir şey düşünmüyorduk bile... Dostuma verdiğim sözü unutmamıştım. Sağa sola sormadan doğru nüfusa gitmiş, adın da ‘Safa’ yazdırmıştım. Eteklerinde üzüm bağları, tepelerinden çam ağaçları, derelerinde bol çınar ağaçlarının olduğu köye dönerken; Haci dedenlere uğradım. Hal ve hatırdan sonra:
“Bir oğlumuz baba” dediğimde… Nereden, nasıl buldu bilmiyorum ama :
“Adını Mustafa koyun” dedi.
“Baba danışmadığım için özür dilerim ama adını ‘Safa’ koyduk. İsterseniz siz yine de Mustafa diye söyleyin” dedim ve iki yıl önceki olan hadiseyi ve verdiğim vaadi anlattım. Anlayışla karşıladı. O, bu yaşına kadar, yetim olarak büyümüş biriydi. Ümmiydi yani okuması ve yazması yoktu ama hayat üniversitesini başarıyla bitirmişti. Bizleri severdi ama onun yetiştiği ortamlardan dolayı olsa gerek ‘sizi seviyorum’ diyemezdi. Ama biz onun bizi sevdiğini gayet iyi anlardık. Onu her ziyarete vardığımızda, onu hep ‘Mustafa’ diye sevdi. Onun bir ‘Mustafa’ adlı torun sevmeye ömrü yetmedi.
Hacı deden 4 Temmuz 2002’de, 78 yaşında ani bir beyin kanamasından vefat etti. Senin adını vaad etmedim ama dedenin ‘Mustafa sevgisini’ bir anı olarak yaşatmak, diğer hoca dedenin de ‘gönlünü almak’ için eğer; erkek olarak doğarsan adını ‘Hacı Mustafa’ olarak koyacağım. Hacı deden, altı yüz yıl önce dedelerinin kurduğu ve yine dedesinin köyün girişinde, yaklaşık yeri yirmi dönüm kadar bağışladığı mezarlıkta, çam ağaçlarının gölgesinde huzur içinde yatıyor.
Diğer deden bu günlerde Kıbrıs’a gittiğinden; Anne annen de yalnızlıktan hoşlanmadığından on Günden beri bizdeydi. Bu Pazar dönmeye karar verince otogardan biletini alarak onu evlerine yollamıştım.
Birkaç günden beri o hummalı çalışmanız yüzünden anneni midesi alt üst oldu. Ne o ne de ben bilmiyorduk. yemekten diyorduk. Akşam teyzenlerle birlikte misafirlikteydik. İki yıl önce, uzun bir mücadeleden sonra, Ameliyat Masasından nerdeyse Azrail’in elinden zorla aldığımız, bu gün ele avuca sığmayan kuzenin Tuğçe, iki yaşını doldurmuş, üçüncü yılından gün almıştı. Onun sevgisiyle avunuyorduk. Annenin arzu ettiği birkaç şey alarak, ikram ettim ama yine de düzelmedi. O arda:
“Adetim gecikti” deyince şüphemiz arttı.
“İstersen bir tahlil yaptır” dediğimde, o da
“Olur” demişti.
Akşam sordum “Netice nedir?” dediğimde, Önce:
“Sormayacaksın sanmıştım. Hamileymişim,” diyordu, içinde sitem dolu bir nazla. Yüzünde sanki sevinçle, hüzün bir aradaydı. Annen bu yaz otuz ikisine gireli üç dört ay olmuştu. O gün ayrı bir sevinmiştik.
“Bir mendil bile yok” diyordu.
“Olsun. Sil baştan alırız. Her zaman, her şeyle yanındayım” sözüme rahatlıyordu.
“Ama, kimseye söyleme” dedi ve bu Güne kadar ben kimseye söylemedim. Annen ise komşularının sıkıştırmalarına dayanamayarak:
“Rahatlayın, istediğiniz oldu,” deyince, şamataları ortalığı kaplamış olduğunu da bana aktarmadan da duramıyordu. Altı aydan fazla olmuş, yağmur yağmıyordu. İki günden beri, nisan yağmurunu andırır bir yağmur yağıyordu.
sessiz_fırtına- co+admin
-
çin astrolojisi :
Mesaj Sayısı : 1773
Yaş : 31
Nerden : KIRŞEHİR
tutuğu+takım :
ruh+hali :
Kayıt tarihi : 24/08/08
karakter
seviye:
(3/3)
güçlülük:
(3/3)
başarı:
(3/3)
Geri: doğmamış bebeğe mektuplar
çok güzellll
YaKaMoZ- Moderatör
- çin astrolojisi :
Mesaj Sayısı : 759
Yaş : 33
Nerden : 4.boyut
tutuğu+takım :
ruh+hali :
Kayıt tarihi : 08/09/08
karakter
seviye:
(0/0)
güçlülük:
(0/0)
başarı:
(3/3)
Felatun :: eĞLenCe :: Serbest+Platform
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz